NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
حَنْبَلٍ
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
نُمَيْرٍ
حَدَّثَنَا
يَحْيَى بْنُ
سَعِيدٍ عَنْ
عَبْدِ اللَّهِ
بْنِ أَبِي
سَلَمَةَ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ عُمَرَ
عَنْ أَبِيهِ
قَالَ
غَدَوْنَا
مَعَ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
مِنْ مِنًى
إِلَى
عَرَفَاتٍ
مِنَّا
الْمُلَبِّي
وَمِنَّا
الْمُكَبِّرُ
Ömer (r.a.)'den;
demiştir ki:
Minâ'dan Arafat'a
Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte sabahleyin hareket etmiştik. Kimimiz telbiye
getiriyordu, kimimiz de tekbir getiriyordu.
İzah:
Müslim, hac
Bu hadis-i şerif "Arefe
günü fecrin doğuşundan itibaren telbiyeye son verilir" diyen kimselerin
aleyhine bir delildir. Çünkü, hadis-i şerifte söz konusu olan yolculuk, Arefe
günü güneş doğduktan sonra Minâ'dan Arafat'a yapılan yolculuktur. Bilindiği
gibi Resûlullah'ın Veda Haccındaki uygulaması böyle olmuştur. Onun için
Zil-hicce'nin 8. günü güneş doğduktan sonra Mekke'den Minâ'ya gitmek, o gece
Minâ'da kalmak, Zilhicce'nin 9. günü, güneş doğduktan sonra Minâ'dan Arafat'a
hareket etmek sünnettir.[bk. M. Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, s. 637.]
Resûl-i.Ekrem’in Arafe
günü telbiye ve tekbir getirenleri işittiği halde onları bundan men etmeyişi,
Arefe günü de telbiyeye devam etmenin meşru' olduğunu gösterir.
Muhammed b. Ebî Bekr
es-Sekafî'nin rivayetine göre kendisi Ene's b. Mâlik'le birlikte Minâ'dan
Arafat'a giderlerken Hz. Enes'e;
Siz Resûlullah ile
beraber iken bugünde nasıl hareket etmiştiniz? diye sormuş da Hz. Enes şöyle
cevab vermiş:
Kimimiz telbiye
getirirdi, kimimiz de tekbir getirirdi. Resûl-i Ekrem hepsini de hoş
karşılardı.[bk. Muvatta', hac; Buhârî, hac; Müslim, hac]
Bu sözün mânâsı
"bir kısmımız sadece telbiye getirirdi de tekbir getirmezdi, bir kısmımız
da sadece tekbir getirirdi de telbiye getirmezdi" demek değildir.
"Biz tekbir ile telbiyeyi birleştirirdik. Öyleki telbiyeye başladık mı
tekbirle telbiye sesleri birbirine karışırdı" anlamınadır. Nitekim İbn
Mes'ûd'dan rivayet edilen bir hadis-i şerif de şu anlama gelmektedir:
"Resûl-i Ekrem'le birlikte (şeytan taşlamak üzere yola) çıkmıştım.
Cemretü'l-Akabe'yi taşlayıncaya kadar telbiyeye devam etti. (Telbiyesine)
tekbir ve tehlîl (seslerini de) karıştırıyordu.[el-Fethu'r-rabbânî, XI, 182.]
Bu da gösteriyor ki konumuzu teşkil eden Hz. Ömer hadisiyle bir önceki Fadl b.
Abbâs hadisi arasında bir çelişki yoktur.
Bu bakımdan
Hattâbî'nin, "Ulemâ sadece telbiye getirileceğini ifâde eden Fadl b.
Abbâs'ın hadisiyle amel edilmesi yoluna gitmişler, Hz. Ömer hadisiyle amel
etmekten kaçınmışlardır," şeklindeki sözlerinin bir değeri olmasa
gerektir. Aynı şekilde "Arafe günü sabahı Minâ'dan Arafat'a giderken
sünnet olan sadece telbiye getirmektir," diyen Irâkî-nin bu sözlerine de
iltifat etmemek gerekir. Çünkü konumuzu teşkil eden Hz. Ömer hadisiyle biraz
önce tercümesini sunduğumuz İbn Mes'ûd hadisi telbiye ile birlikte tekbir ve
tehlîl de getirmenin caiz olduğuna açıkça delâlet etmektedirler. Bilindiği
gibi tehlîl getirmek, "Lâ ilahe illallah" demektir.